Türkiye'nin İçinde Bulunduğu Ekonomik Durumu Anlamak İçin Bilmeniz Gereken Terimler

Tarihten örneklerle, ekonomik krize dair bilinmesi yararlı olabilecek terimlerin açıklaması. Sözlük yazarı "immanuel tolstoyevski"nin kaleminden.
Türkiye'nin İçinde Bulunduğu Ekonomik Durumu Anlamak İçin Bilmeniz Gereken Terimler
iStock

1) sabit kur ve dalgalı kur

2) spekülasyon ve manipülasyon

3) devalüasyon ve değer kaybı

4) rezerv parası ve "milli para"

5) kur krizi ve borç krizi

hakkında aklıma gelenler.

1) sabit kuru öğrenirken aklımda hep aynı soru vardı: niye herkes bunu yapmıyor?

bir ülke parasını dolara eşitleyebiliyorsa niye dalgalı kurla uğraşıyoruz?

bu soru, "para basabiliyorsak niye borcumuzu ödeyemiyoruz" ile aynı aileden. cevap da aynı: her şeyin bir bedeli var.

diyelim lirayı dolara sabitledik, 1'e 5. herkes hep bu fiyattan alıp satmak zorunda. ticaretimizi dolarla yapıyoruz. katar'a portakal sattık, 20 dolar kazandık, bunu tr'de bozdurduk, 100 lirayla yedik içtik. piyasada lira aynı, dolarsa bollaştı. e kur nasıl sabit kalacak?

merkez bankası, lira rezervini kullanarak ülkeye soktuğun doların yarısını satın alıyor ve kasasına kitliyor. artık piyasada 20 değil de 10 yeni dolar var. ek olarak da 50 lira (mb'nın rezervinden çıkıp dolaşıma giren). yeni giren paranın oranı 10/50 = 1/5. kur sabit kaldı.

ertesi gün suudilerden 100 dolara petrol alacaksın. yani piyasadan dolar eksilecek. bunun etkisini karşılamak için, bu sefer de rezervdeki doları satıp piyasadan lira çekiyorsun.

yani "sabit kur" deyince kur sabitlenmiyor, mb'nın sürekli müdahalesi lazım. yoksa karaborsa olur.

şu ana kadar anlattığım sisteme pegging deniyor

dolar veya bir döviz sepeti üstünden bir hedef tutturulmaya çalışılır. dolayısıyla euro'nun tam 6 değil de 5.95 olması, doların 5 değil de 5.05 olması filan normaldir. sabit kurun yaygın hali bu.

katı sabit kurda ise resmi kur dışında alışveriş yasak. ama mb işini yapmazsa, piyasa gerçekleri bunu dinlemez ve karaborsa oluşur.

bunun en fantastik halini burma'da görmüştüm. havaalanındaki kur 1 dolara 6 kyat idi. dışarda, sokak aralarında, milletin önerdiği fiyatı bir tahmin edin. 10? 20? tam 4000 kyat! devlet sopası belki 2+2'yi 5 yapar ama 6'yı 4000 yapamaz. sonunda patlar.


2) sabit kuru tutturmak zor

piyasayı kur dalgalanmalarından korunmanın bedeli, mb'nın dev döviz rezervlerine sahip olması. bu döviz de ülkeye bedavadan gelmiyor, ya ihracat ya da malvarlığı satışı olacak.

bunu yapamayan ve rezervleri eriyen ülkeler, piyasa gerceklerini yansıtmak için devalüasyona gider ve hedef kuru günceller.

devalüasyon: devletin bilerek yaptığı.
değer kaybı: piyasanın organik biçimde yaptığı.

devalüasyon, illa ticaret açığının bir sonucu değil, onu engelleyen bir strateji de olabilir. örnek çin: kuru düşük tutup (piyasadan dolar çekip), vatandaşın alım gücünü, hayat kalitesini ve ithalatı düşürürsün ama ihracat da artar (ucuz işçilik sayesinde).

yani net döviz girişi artar. bu yeni dövizi mb satın alır. yani abd'ye mal satan çinli, kazandığı dolarını devlete satıyor ve dolar bollaşmamış (değerlenmemiş) oluyor. mb bu dolarları alacak parayı nereden buluyor? onu basarak. vatandaşın zaten fakir kalmıştı, üstüne enflasyon oldu. ama mb dolar zengini.

gördüğünüz gibi bu bir denge oyunu: enflasyon (fakirlerin hayat kalitesi), ithalat (kalan herkesin hayat kalitesi), ihracat ve yerli sanayinin gelişmesi arasında bir denge var. mb da bu süreçte aktif bir rol alıyor.

çin bunu iyi kötü becerdi, peki patlak bir örnek var mı?

3) 1997 asya krizinde tayland hem kendini yaktı, hem de bölgeyi

tayland 90'larda çılgınca büyüdü. ülkeye giren döviz ihracatla değil yatırım ve borçla olmuştu. ve o yatırımlar bir türlü katma değeri yüksek üretime dönüşmedi. millet lastiğin patlayacağını sezdi ve spekülasyon başladı. nedir bu?

spekülasyon: piyasa koşullarını sezip risk almak.
manipülasyon: yalan haber yayarak piyasa koşullarını değiştirmek ve piyasa kendini düzeltene kadar keriz silkelemek (veya insider trading).

(@mahfiegilmez şurada anlatmış)

biz spekülasyonu küfür gibi kullanıyoruz, halbuki pazarlama deyimiyle "early adopter" bunlar: risk alıp, düşük gördükleri bir değere yatırım yaparlar. böylece aşırı düşük fiyatlar olmaz. fiyat yükselince satarlar, yani balonları indirirler. dolayısıyla düzenleyici etkileri var.

eğer az spekülatör varsa uç fiyatlar olabilir, manipülasyon da daha olası olur. çok spekülatör varsa, fiyat aralıkları daralır. (law of large numbers misali).

çoğumuz, bunların peşinden giden koyunlarız. kaybedince de kazanan herkesi "manipülatör" sanıyoruz.


tayland'a dönelim: lastik patlarken 1 dolar 25 baht'a sabitlenmişti

özel sektör borç ödemeleri geliyor, mb rezervleri az, ihracat az. bunu gören yatırımcı kaçmaya başladı. nasıl kaçıyorlar? yatırımlarını satıp döviz alarak. yani döviz iyice revaçta oluyor, kuru sabit tutmak iyice zorlaşıyor. devalüasyona gitmeleri lazımdı ama o zaman alım gücünün düştüğü kabak gibi belli olacaktı.

bakın, alımgücü her halükarda düşüyor. kur rejimi ve para politikaları buna deva değil. fakat politikacılar, faturayı ödemek istemezler, fişi çeken olmak istemezler. daha doğrusu fişi çekerken görülmek istemezler.

sonunda döviz rezervi bitince zorla dalgalı kura geçildi

bu sistemde isteyen istediği fiyata döviz alım satımı yapar. yani aslında tek bir kur yok, ama referans olarak alınan fiyatlar var (tahtakale, kapalıçarşı, melih gökçek'in diktiği saat kuleleri).

bahtsız tayland'ın bahtı, bir anda 25'ten 40'a düştü (56'da dip yapmış). ülkenin en büyük finans şirketi battı. atıyorum, 25 bahttan 1 milyar $ kredi almış dışardan, vatandaşa dağıtmış, şimdi geriye faizle 1.1 milyar ödemesi lazım, ama tanesi 40 bahttan bu parayı bulamıyor.

sonunda bunları imf kurtardı, 15-20 milyar borç verip.

çok kısa imf'ye değinelim, sabit kurla alakalı çünkü

imf'yi bizim akp'liler de, muhalif tayfa da pek anlamıyor. 10 kişiden 9'unun diyeceği "emperyalist kapitalist ağababaları" (kalan 1 kişi de tom cruise zaten).

1944'te bretton woods anlaşması sonucu ortaya çıkan imf'nin rolü, uluslararası kurların düzenlenmesiydi. doların değeri altına endeksleniyor, diğer paralar da dolara. yani savaş sonrası dönemde uluslararası bir sabit kur rejimi var, imf de bu rejimdeki ayarlamaları (devalüasyonlar) gözetecekti.

70'lerde dolar aşırı değerlenince bretton woods çöküyor. ama imf yok olacağına, rolünü genişletiyor: ekonomik kriz önleme/sınırlama.

şimdi bir, normal dalgalanmalarla oluşan kriz tipi var: imf buralara dev bir kredi kartı gibi çalışıyor. yani diyelim 5000 dolar maaşın var ama düğün yüzünden bankada paran kalmamış ve tam da o sırada araban bozuluyor. tamir edecek paran yok. işe gidebilsen dünya kadar para kazanacaksın ama gidemediğin için tamir parasını da kazanamıyorsun. kredi kartından önce, üretken insanlar bile böyle saçmalıklarla boğuşuyordu.

bunun yanında bir de, ekonomi politikaları yüzünden krize girenler var. yani aynı ülkeyi aynı dönemde 10 kez yönetseler, 10'unda da krize sokacaklar. imf bunlara bazı reform şartları karşılığında para veriyor ancak. finansman + makroekonomik danışmanlık hizmeti.

yani imf'ye muhtaç olmak kötü, ama imf şeytan olduğu için değil. sana başka kimsenin vermediği (doğrudan yatırımla, borçla, sıcak parayla vs) parayı veriyor. zorla da değil, şartlarını beğenmiyorsan alma, git başkasını -kendi vatandaşın dahil- ikna et sana yatırım yapmaya.

dolayısıyla bizimkilerin "imf'ye ihtiyacımız yok" böbürlenmeleri bir noktaya kadar haklı, ama katar'dan acil 15 milyar dolar dilenecek seviyeye gelmişsek, bu noktada şunun hesabını yapmak lazım:

katar sana hangi şartlarla o finansmanı sağlıyor? hangi kaynağını ne kadar ucuza veriyorsun? imf'ye kıyasla nasıl?

senelerdir birkaç milyarlık imf borcu ödemekle övünürken, bir yandan da 400+ milyarlık dış borç stokuna eriştik. bunca siyasi retorik sonrası, şimdi imf'ye dönüş daha mantıklı olsa bile yapamayacağız. yahut yine fantastik bir u-dönüşü izleriz havuz medyasından, kim bilir.

IMF binası, Washignton, ABD.

4) tayland diyorduk: dolarla değil de milli para baht ile ticaret yapsalar ne olurdu?

hani bizimkiler diyor ya, "dolar güvenilirliğini yitirmiştir" diye...

peki sen rusya'ya lirayla portakal sat, onlardan rubleyle doğalgaz al, ne olur? doğalgaz kadar portakal satamadığın için, kuru korumak adına, mb ruble rezervini eritecek.

yani bu paraların, dolar aracılığı olmadan birbirine çevrilmesi (convertibility) ayrı bir husus, rezerv parası (milletin sıkça kullandığı, güvenilir para birimleri, dolar, euro, pound, yen) olmadan asimetrik ticaret yapabilmek ayrı bir husus. rusya ile aranda 20 milyar dolar ticaret açığı varken, o ekstra tüketimi yapacak rubleyi nereden bulacaksın?

gidip yine uluslararası piyasalardan bulacaksın. e kim senin liran karşılığında sana ruble satsın? lira ihtiyacı mı var? sen çok mal satan biri olsan olurdu, derdin ki "benden mal alırken lira kullanın". ama durum bu değil.

yani doları bırakıp rubleye, yuana, mars bilmemnesine geçmek bir çözüm değil, bu bir makyaj sadece, temelde yatan şey üretim. bu da bizi son kısma getiriyor:

5) bu durumumuzla, sabit kur uygulasaydık ne olurdu?

kur krizi denilen şey genelde bir semptomdur. bunu anlamak için, baştaki kavrama dönüyorum.

cari açığımıza bakıp, devalüasyon olacağını öngören spekülatörler (yani bilgili, aktif ve risk alabilen yatırımcılar) dövize hücum ederdi. resmi kur mesela 5 lira olmadan 3 liralık sabit kurdan dolar alırlardı, hem de bankadan kredi çeke çeke, tüm paraları bitene kadar.

bu kuru 3'te sabit tutmak için mb'nin tüm dolar rezervleri biterdi ve normalden aylar önce devalüasyona zorlanırdı. spekülatif atak budur. yani illegal bir durum yok ama büyük cari açık + sabit kur yüzünden zayıfsın ve işi bilenler senin parana karşı konum alıyorlar, aldıkça da kaderini çizmiş oluyorlar.

bizim dalgalı kurda o şekilde bir atak çok daha etkisiz. çünkü "her allah'ın günü 3'ten dolar alayım, devalüasyon olur olmaz da 5'ten satarım" diye bir şey yok. millet dolar aldıkça, otomatik olarak doların fiyatı yükseliyor, olası kar marjın düşüyor.

dolayısıyla bizim durumda bir "operasyon" suçlaması iyice manasız.


dönelim krizin tabakalarına: kur krizine semptom demiştim, altında ne var?

yüzeyden derine:

- kur krizi: yeterince döviz yok

- finansman krizi: döviz yok çünkü direkt yatırım (iyi) veya sıcak para (daha az iyi) gelmiyor ve siyasi baskı yüzünden mb'nin kolu kesilmiş vaziyette, faiz aracını kullanamıyor.

- borç krizi: para gelmiyor çünkü bu finansman açığının geçici bir dalgalanma değil, yapısal bir sorun olduğu belli. özel sektörde ödeyemeceği kadar borç birikti ve bunlar döviz bazlı oldukları için, kur kriziyle bir fasit daire oluşturuyorlar. üstüne devlet de deliler gibi harcıyor ama bu harcamaların bir geri dönüşü yok.

- ticari açık: ürettiğimizden 60 milyar dolar fazlasını tüketiyoruz. böyle bir dengesizlik olmasa, borçlanmamız sorun olmazdı.

- üretkenlik krizi

sonuncusuna odaklanarak bitireyim hepsini

tr'de işgücüne katılım az (özellikle kadınlar), katılıp iş bulabilen daha da az, o işlerde katma değeri yüksek üretim yapan iyice az. yani abd'de iphone'un bir sürü parçasını çin'den tedarik ediyor ama asıl mesele, sentlerle ölçülen o plastiğin ve çiplerin üstüne, 200-300 dolarlık işletim sistemini koyabilmekte.

hatta çoğu katma değerin hiçbir fiziksel işle alakası yok, mesela danışmanlık hizmetleri böyle. beton şirketi yerine emlak danışmanlığı şirketin olsa 10 kat fazla para kazanırsın (örnek olarak verdim yoksa ne bileyim beton piyasasını, üstüme çimento dökmeyin).

işgücüne katılım, resmi işsizlik, gerçek işsizlik ve "geleceğin işgücü" gibi kalemlerin hepsi kötü ama devletiyle özeliyle sanki bambaşka bir ülkeymişiz gibi tüketiyoruz. ve tüm bu tüketime rağmen, bir refah ülkesinden uzaktayız.

tüm bunlar çok uzun bir süre boyunca düzelemez. önümüzdeki seneler hep yara bantları bulmaya çalışmak ve dış mihrakları suçlamakla geçecek.

Deniz Kabuklarıyla Başlayan Paranın Evrimi Neden Durdurulamaz?