Üç Yıl Sovyetler Birliği'nde Yaşamış Birinin Gözünden Sovyetler'deki Günlük Hayatın Çarpıcı Yüzü

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ya da kısaltılmış adıyla SSCB, kurduğu hayat düzeniyle her daim merak konusu oldu. Sözlük yazarı "bullitnuts", bizleri 1991'de dağılan bu devletin son dönemlerine ışınlıyor.
Üç Yıl Sovyetler Birliği'nde Yaşamış Birinin Gözünden Sovyetler'deki Günlük Hayatın Çarpıcı Yüzü
1959 yılında ünlü Rus çellist Mstislav Rostropoviç ve ailesi / Wikipedia


söz konusu cumhuriyetler birliği'nin sınırları içerisinde 1984-1987 yılları arasında yaşamış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, sscb hakında yazılanlar genelde ne tamamen doğru ne de tamamen yanlıştır. ne solcuların savunduğu kadar toz pembeydi herşey, ne de sağcıların savunduğu gibi kötüydü. ayrıca çok merak ediyorum, benden başka oralarda yaşayan sözlük yazarı var mıdır acep? varsa bir gün buluşup başbaşa sscb anma zirvesi yapabiliriz pekala.

peşin olarak belirtmem gerek, o dönemdeki yaşım ve de yaşadığım yer itibariyle yapacağım yorumun tüm birliği kapsaması mümkün değil. nitekim 6 ile 9 yaş arasında oradaydım ve de letonya cumhuriyetinin başkenti riga'daydım. buna karşın bir doğu bloku ülkesinde doğup büyüdüğüm ve de babamla (ki bir dönem komünist parti üyeliği de vardır) bu konularda uzun uzun konuşmuşluğum olduğu için yapacağım yorumlarda ülkeden ülkeye çok çok derin farklılıklar görmediğimi de belirtmem gerek.

öncelikle insanlar açtı, çok zor şartlar altında yaşıyorlardı tartışmasına şu soruyla yanıt vermek isterim: neye göre aç, kime göre aç?

ticari olarak doğu bloku ülkeleri birbirlerine karşı yüksek dış ticaret dengesizliği vermemek için alışverişlerini birbirlerinden yaparlardı. ve de bir mal doğu bloku ülkelerinden birinde (buna küba, çin vb.yi de eklemek gerek) bulunmuyorsa, evet o mal market raflarında bulunmuyordu. paranız da olsa alamıyordunuz. mesela muzu kış aylarında belli bir dönemde market raflarında görebilirdiniz. o da geldiği gibi tükenirdi. yanılmıyorsam kolombiya'ya da o taraflardan bir yerden geliyordu. keza portakal da öyle. yılbaşına doğru görülen bir meyveydi. şu an türkiye'deki gibi bir bolluk, 12 ay portakal yiyebilme lüksü yoktu insanların. ha yılda bir de olsa yediğimiz portakalda, domateste hormon da yoktu, o da ayrı bir tartışma konusu.

Wikipedia


market raflarında tek tip ürünler vardı. mesela tek bir marka sıvı yağ, tek bir marka katı yağ veya un gibi.(bizim buradaki bim gibi düşünün. bu arada bim, tek tip ürün satmasına karşın türkiye'nin pazar payı ve ciro olarak en büyük marketidir, antiparantez belirtmekte fayda var.) et, süt ve peynir gibi temel ürünler -çok çeşit olmasa da- her daim raflarda olurdu. çok enderdir markete gidip temel bir gıda maddesini bulamadığınız. (nutella yoktu, onu belirtmem gerek.) mesela çok sevdiğim gofretler vardı, onları ne zaman istesem bulabiliyordum. üstelik de çok hesaplıydılar. içi likör ve rom dolgulu nice çeşit çikolata vardı, ki 2012 türkiye'sinde hala pek göremediğimiz şeyler bunlar. 

aynı şekilde mevsiminde yetişen herşey bulunabiliyordu raflarda. mesela letonya'da yaz aylarında bile karpuz-kavun yetişmediği için karpuz bir diğer sscb cumhuriyeti olan azerbaycan'dan geliyordu. avuç kadar minik fakat lezzetli karpuzlardı. buna karşın letonya genel itibariyle soğuk bir cumhuriyet olduğu için inanılmaz güzel dondurma çeşitleri üretiliyordu. ve neredeyse halkın temel besin kaynağıydı dondurma. dışarısı -40 derece iken dondurma yiyerek keyif yaptığımızı hatırlıyorum annemle başbaşa. burada garipsenebilecek şeyler onlar için normaldi. (mesela ben de türkiye'ye geldiğimde yaz aylarında bile o sıcakta herkesin günde 5-10 bardak çay içmesini garipsemiştim.)

ev kullanımı için olan beyaz eşya olsun, elektronik cihaz olsun o zamanki batının, hele japonya vs.nin gerisindeydi ülke teknolojisi. bunun sebebi belki de teknolojik yatırımların uzay ve de diğer teknolojik harcamalara kaydırılması olarak gösterilebilir. buna karşın her elektronik cihazı sürekli olarak raflarda bulamıyordunuz. fakat yine de herkesin evinde bir buzdolabı, televizyon ve de fırın gibi temel ürünler vardı. herhangi bir yerde çalışan biri, maaşı olduğu sürece 5-10 yıl önceden takside girerek arabasını da alabiliyordu.(bu ilginç sistemi aslında başka bi entryde anlatmak gerek.) şu an bulunduğumuz tüketim toplumunda sıfır aracı krediyle alıp 4-5 yılda kredi bitinceye kadar eskitirken, orada ise piyasaya sürülecek aracı 5-10 yıl (vadeye göre fiyatlar değişiyordu) önceden alıyordunuz ve ödemeye bugünden başlıyordunuz. eğer ihtiyacınız çok acilse, aracını teslim almaya çok az kalmış birisinden bu hakkını ekstra ücret ödeyerek alabiliyorunuz. böylece aracınızı daha kısa sürede kullanmaya başlayabiliyordunuz.

1980'de Sovyetler / flickr.com


şunu belirtmem gerek ki benim gördüğüm ve de uzun uzun sohbet ettiğim babamın anlattığı kadarıyla sscb'nin, hatta tüm doğu blokunun temel sıkıntısı "verimlilik anlamında, üretim teknolojisinin yenilenme süresi anlamında batıya göre yetersiz kalmasıdır."

yapılan buluşların azalması, üretim bantlarının hızlı bir şekilde yenilenmemesi zaman içinde teknolojik olarak tüm doğu blokunu ve sscb'yi geri düşürdü. halktaki temel rahatsızlıklardan biri de buydu aslında. batıdaki refahı ve hayatı istiyordu herkes. hiç unutmam, biz 1984 model 1500 motor gıcır gıcır lada 2107 aracımızla bulgaristan'ın başkenti sofya'ya gittiğimizde amerikan büyükelçiliği'nin önünden geçmiştik. elçiliğin önünde büyük bir kalabalık vardı. merak edip bir yerde arabayı durdurup oraya doğru yürüdük. amerikan büyükelçiliğinin camına yerleştirilmiş dev ekran renkli bir televizyonda (ki o zaman 4 televizyonu yan yana getirerek oluşturuluyordu sanırım) devasa amerikan arabalarının filmleri, hawaii'deki yazlıklar, plajlar filan gösteriliyordu. o kadar güzel ve renkliydi ki herşey... insan hırsının törpülenip varolanla yetinmesi gereken bir düzende, tam tersi bir dünyanın reklamı yapılıyordu.


düzeni çatlatan tam da buydu; innovasyonun olmaması ya da çok yavaş ilerlemesi. aynı şekilde insanların, batının zenginlik ve refah artışında yaşadığı muazzam ilerlemeyi görerek kendi hayatlarını sorgulamaya başlaması, memnuniyetsizliğin ortaya çıkması.

yoksa çalışma barışı olsun, sağlık hizmetleri ve belli alanlardaki ilerlemeler olsun (babam türkiye'ye geldiğinde zirai konularda konferanslar verdi buğday tohumları konusunda, sonra o tohumlar ithal edildi ve şu an trakya'da ekilen tohumların çok büyük miktarını oluşturuyor.) insanların memnun olduğu gelişmelerdi.

gündelik hayat da canlıydı bu arada. kazanılan parayla isteyen iş çıkışı ailecek bir şeyler yiyip içebilir, arada düzenlenen partilerde eğlenebilirdi. opus'un, modern talking'in klipleri bile dönüyordu televizyonlarda 1980li yıllarda. hatta müzikle tanışmam cheri cheri lady'yledir. 80'ler fırtınası orada da esiyordu kısacası.

Modern Talking - Cheri Cheri Lady


örneğin 1984 yılında riga'da bulunma sebebim de sağlık alanında yapılan çok ciddi bir icattı. (bkz: ilizarov yöntemi) (bkz: gavriil abramoviç ilizarov) üstelik orada bulunduğum süre boyunca tüm masrafları devlet karşıladığı gibi, annem için de refakat ücreti veriyordu. hastanede tüm doğu bloku ülkelerinden hastalar olduğunu hatırlıyorum, hepsi aynı şartlarda tedavi görüyordu.(ücretsiz)

kısacası, insan doğasının dikte ettiği "daha fazlası olsun", "daha iyisi olsun" mantığı ne yazık ki o dönemin sonunu getirdi. pepsi'nin o meşhur reklam sloganı geliyor aklıma: ask for more!

Bonus: 1990 Yılında Moskova'da Açılan İlk McDonald's Şubesi