Virginia Woolf'un Kadın-Erkek Eşitsizliğine Cevap Verdiği Klasik: Kendine Ait Bir Oda

"Kadınlardan neden büyük sanatçılar çıkmıyor?" sorusuna İngiliz yazar Virginia Woolf'un Eylül 1929'da yayınlanan cevap niteliğindeki kitabını inceleyelim.
Virginia Woolf'un Kadın-Erkek Eşitsizliğine Cevap Verdiği Klasik: Kendine Ait Bir Oda

kendine ait bir oda, virginia woolf'un "neden kadınlardan büyük dehalar ve sanatçılar çıkmıyor" sorusuna cevap verdiği kitabı. tek bir cümleyle özetlemek gerekirse bunun olması için kadının kendine ait paraya ve bir odaya sahip olması gerektiği cevabını veriyor. kitabı okurken dikkatimi çeken şey şu oldu. woolf kitabı 1900'lerin başında yazmış fakat yazdığı ve yakındığı şeyler hala neredeyse aynı, hala aynı şeyler konuşulup tartışılıyor. bu kitabın kadın haklarında neden öncü olduğunu da kitabı okurken satır aralarında anlıyorsunuz. ilgilenenlerin netflix'te hala yayında olan eşitlik çağrısı ve yayından kaldırılan miss representation isimli belgeseli izlemelerini tavsiye ederim.

"mrs. seton, annesi ve onun da annesi büyük bir sanat olan para kazanmayı bilseler ve babaları ile büyük babaları gibi paralarını kendi cinslerinden başkaları kullansınlar diye burslara, kürsülere, ödüllere ve öğretim üyeliklerine ödenek olarak miras bıraksalardı; imkanlarla donatılmış mesleklerden birinin güvencesinde güzel ve onurlu bir ömür geçirebileceğimizi güvenle söyleyebilirdik."

yazar o dönemlerde kadınların kütüphanelere dahi alınmadığından, eğitim ve burs olanaklarından da hep erkeklerin faydalandığından bahsetmiş. erkekler yine erkeklere yardım ediyor yani sizin anlayacağınız. şu an kimilerinin itiraz ettiği pozitif ayrımcılık o dönem erkekler tarafından kullanılıyordu demek ki. kadınlara böyle bir imkan tanınmadığı için ekonomik özgürlüklerinin olmadığını dile getiriyor.

"ilkin, bebek doğana dek 9 ay geçmesi lazım. sonra bebeğin doğumu. derken bebeği emzirmekle geçen 3-4 ay. emzirmeyi kestikten sonra çocukla oynamakla geçen 5 yıl. sonra da çocuğunuzu gelişi güzel sokağa salamazsın, değil mi? rusya'da çocukların kafalarına göre sokaklarda koşturduğunu gören insanlar bunun pek de takdir edilecek bir görüntü olmadığı kanısındalar."

şaşırdığım bir nokta çocuğun 3-4 ay emzirilmesi oldu. hani 2 yaşına kadardı bu dedim içimden. onun yanı sıra o zamanlarda da millet çocuğunu sokağa salmaya tedirgin oluyordu herhalde. garip.

"erkeklerin kadınlara olan merakı, kadınların erkeklere yönelik merakından niçin çok daha fazlaydı? çok tuhaf bir olguydu buydu bu ve tüm vakitlerini kadınlar hakkında kitaplar yazmaya hasreden erkeklerin hayatları zihnimde canlanmaya başladı...başınızı nereye çevirirseniz çevirin, erkekler kadınlara hep kafa yoruyorlar ve onların hakkında hep farklı şeyler düşünüyorlardı."

sosyal medyada hala erkeklerin kadınları çekiştirmesi ve kadınlara kafa yorması... ablacım üzülerek söylemeliyim ki 100 küsur sene geçti ama hiçbir şey değişmedi, hatta daha da arttı.

"gerçekten, diye düşündüm, gümüş paraları çantama koyarken. o günleri mutsuzluğunu, sabit bir gelirin olmasının insanı mizacını nasıl değiştirdiğini akla getirmek üzerine parmak basılması gereken bir nokta. sadece harcadığım çabalar ve verdiğin zahmetler değil, içimdeki nefret ve mutsuzluk da buhar olup uçuyor. artık hiç bir erkekten nefret etmeme gerek yok. onlar beni incitemezler. hiç bir erkeğe yaltaklanmam gerekmiyor; bana verecek hiçbir şeyleri yok."

daha önce yaptığı ufak tefek işlerden bahsediyor. sonrasında teyzesi ölünce sağlam bir miras elde ediyor. bu satırlarda da ondan bahsediyor aslında. günümüzde de dikkat edilirse kendi ayakları üzerinde duran kadınlar erkeğe pek minnet etmiyor, yaltaklanmaya çalışmıyor. düzenli geliri olmayan, erkeğe muhtaç kadınlar bu şekilde davranıyor genelde.

"profesör travelyan'ın işaret ettiği üzere gerçekte ise kadın odaya kilitlenip dövülebiliyor ve duvardan duvara çarpıp alabiliyordu. böylece karşımıza çok acayip, bir sürü yönü olan bir varlık çıkıyor. hayali düzlemde en üst önemde; pratikte ise hiçbir değeri yok. kapaktan kapağa şiir kitaplarını süslüyor da tarihte hemen hiç yer almıyor. edebiyatta krallarla fatihlerin hayatlarına hükmederken, gerçekte anne babasının parmağına yüzüğünü geçirmeye mecbur ettiği bir oğlan çocuğunun kölesi. edebiyatta en esin dolu sözlerin, en derinlikli düşüncelerin bazıları kadınların dudaklarından dökülürken; gerçek hayata okumayı zorlukla becerebiliyor, hecelemeyi neredeyse hiç başaramıyor ve kocasını malı olmaktan öteye gidemiyorlar."

gerçek hayattaki kadın profili ile romanlardaki kadın profilini ne kadar da güzel özetlemiş. romanlarda herkese hükmeden kadınlar varken, gerçek hayatta anasına babasına bile söz geçiremeyen erkek çocuklarının kölesi oluyorlar. günümüzde de değişmedi bunlar, bana kalırsa hala aynı.

"shakespeare'in diyelim judith adında, harika yeteneklere sahip bir kız kardeşin olması durumunda olayları nasıl gelişeceğini tasavvur edelim... bu kız kardeşi de aynı derecede serüvenci, hayalperest bir kişiliğe sahipti ve dünyayı gezip görme hevesinden yoksun değildi fakat okula gönderilmemişti... acaba akşam bir lokantada yemek yiyebilir, geceleyin sokaklarda dolanabilir miydi?"

ah ablacım ya... kadınlar hala gece sokaklarda dolaşamıyor, biliyor musun?

"çünkü shakespeare'inki gibi bir deha kol gücüyle çalışan, eğitimi almamış ve hayatı hizmet etmekle geçen insanlarda ortaya çıkmaz. ingiltere'de saksonlar ve britonlar arasından böyle bir daha çıkmadı. günümüzde emekçi sınıflardan da çıkmıyor....katı gerçek şu ki yukarıda sayılan 12 isimden 9 üniversiteliydi. yani şu ya da bu şekilde ingiltere'nin sunabileceği en iyi eğitimi alacak imkanlara sahiplerdi. geriye kalan ikisinden de browning'in halinin vaktinin yerinde olduğunu biliyorsunuz. browning varlıklı biri olmasaydı kitabını yazamazdı... ne kadar demokrasi lakırtısı etsek de gerçekte ingiltere'deki bir fakir çocuğun muhteşem metinleri doğuran entellektüel özgürlüğe kavuşacak bağımsızlığı elde etme umudu atinalı bir kölenin oğlundan biraz daha fazladır. entellektüel özgürlük maddi etkenlere bağlıdır. şiir entelektüel özgürlüğe bağlıdır. kadınlar da sadece son iki yüzyıldır değil, en başından beri her zaman fakir olmuşlardır."

burada kadın erkek ayrı mı yapmadan entelektüel uğraşların doğrudan maddi özgürlükle alakalı olduğunu belirtmiş. dönüp entelektüel kesime bakıldığında da bu kesimin maddi imkanlarının yeterli olduğunu ve bununla bağlantılı olarak boş zamanları olduğunu anlarız zaten. bu döngü içinde de hem o dönem hem de günümüzde boş zaman ve maddi imkan olarak bunun en alt basamağında yine kadınlar var.

"fakat neredeyse istisnasız bir şekilde hep erkeklerle ilişkileri üzerinden gösteriliyorlar. roman dünyasındaki bütün büyük kadınların sadece öteki cinsin gözüyle görülmeyip bunun yanında sadece öteki cinsle ilişkileri üzerinden görüldüklerini düşünmek epeyce tuhaftır."

ah ablacım ah... günümüzde de kadınlar hep erkeklerle ilişkileri üzerinden değerlendirilip, filmler ve kitaplar bunun üzerinden yazılıyor. diziye bakıyorsun mesela, ya bir erkeği paylaşamayan iki kadın var ya aldatılan bir kadın var ya erkekle evlenmeye çalışan bir kadın var. olay örgüsü hep temelde erkeğin üzerinden ilerliyor. bir arpa boyu yol alamamışız.

"halbuki kadınların çoğu ne sokak fahişesidir ne de kibar fahişe; bütün yaz akşamüstülerini küçük pag köpeklerini tozlu kadifelere sararak da heba etmezler. peki, o zaman neler yaparlar?....yaşlı olanı 80'ine yakındı fakat kendisine hayatının anlamı sorulsa.... size boş boş bakar ve hiçbir şey hatırlayamadığını mırıldanırdı. çünkü bütün yemekler yenilip masalardan kalkınmış, bütün tabak çanak ve bardaklar yıkanıp kurutulmuş ve çocuklar önce okula, daha sonra dünyaya gönderilmiştir. geriye hiçbir şey kalmamıştır. her şey yok olmuştur. hiçbir biyografi ya da tarih kitaplarında bunlardan tek kelime ile dahi bahsedilmez. romanlar da mutlaka yalan söylüyorlardır."

bu satırları okurken aklıma şeyma subaşı falan geldi. yani yanlış anlaşmasın, hani diyor ya bütün kadınlar küçük köpeklerini kadifelere sarıp fink fink gezinen zengin tayfa değil diye. onu kastediyorum. buradaki nafaka başlıkları falan geliyor gözümün önüne. erkekler herkesi birer şeyma subaşı veya kendini acun zannediyor sanırım ama gerçekler böyle değil maalesef. woolf ablamız da diyor işte, bak bütün kadınlar öyle değil; çoğunun hayatı yemek temizlik yapmakla, çocuk büyütmekle geçiyor. şu hayatta ne yaşadın diye sorsan kendine ait bir hayatı hiç olmamış bu kadınların. hep birilerinin bir şeyleri ile ilgilenmek zorunda kalmışlar. annelerimize, anneannelerimize baktığımızda bunların da değişmediğini görebiliriz.