Woody Allen'ın Yine Kendisinden Bekleneni Verdiği Son Filmi: Rifkin's Festival

Usta yönetmenin 50. uzun metrajı Rifkin's Festival, kendisinin ABD'de yaşadığı sorunlar nedeniyle Avrupa'da çektiği ve daha çok da buradaki sinemalarda gösterilen filmi. İnceliyoruz.
Woody Allen'ın Yine Kendisinden Bekleneni Verdiği Son Filmi: Rifkin's Festival

Genel bir inceleme

bugün izleme fırsatım oldu. ilk söyleyeceğim şey muazzam bir woody allen filmi olduğu. olay akışına girmeyeceğim çünkü woody filmlerine aşina olanların bildiği bir hikaye ancak hikaye çok güzel işlenmiş. asıl adamımız her woody filminde görebileceğimiz gibi ciddi korkuları olan, hayatın anlamını ve nedenini sorgulayan bir entellektüel. bu karakter üzerinden hem kendi hayatlarını hem aşk hayatlarını sorgulayan karakterler mevcut. ve tabi artık filmlerin tamamen gişe kaygısıyla yapılmasına eleştiriler barındırıyor yapım, dünya sinemasına saygı duruşu diyebiliriz buna. mort karakterimiz bir roman yazmaya çalışmaktadır ancak bunun sıradan romanlardan olmasını istemediği için bitirememektedir. dostoyevski, joyce seviyesinde bir eser ortaya koymak isterken, son dönemeçte kendisinin bir kitap yazarı değil iyi bir okuyucu olduğu sonucuna varır.

ama benim değinmek istediğim nokta bu değil, filmde karşımıza çıkan büyük yönetmenlerin filmlerine yapılan göndermeler muazzam. tabi burada woody en sevdiği yönetmenlerden bir seçki sunuyor bize adeta. bergman filmlerindeki sahnelerin içerisinde başrolümüz dahil oluyor ve karşımıza harika diyaloglar ve sahneler çıkıyor. tabi sadece bergman filmlerini görmüyoruz. godart, bunuel, fellini yapımlarından da harika sahneler karşımıza çıkıyor.

bergman'ın persona, wild strawberries, seventh seal filmlerinden ikonik sahnelerin mort üzerinden tekrar yaşandığını görüyoruz. godart'ın a bout de souffle'u, bunuel'in el ángel exterminador'u, truffaut'ın jules et jim'inden sahneler ile karşılaşırız. belki gözümden kaçan filmler olmuştur, fark eden olursa mesaj atarsa ekleyebilirim.

nihayetinde filmimiz seventh seal'de şövalyenin ölüm ile ilk karşılaşmasında yaşanan sahne ile nihayete erer. ölüm'ü christoph waltz canlandırmakta. kısa bir rolü var, son derece eğlenceli diyaloglar söz konusu. hatta konuşmanın bir noktasında ölüm, mort'a beni bile depresyona soktun minvalinde bir söz söyler.

sonuç olarak ben filme hayran kaldım. son dönem woody filmleri arasında en iyilerden. 2010 sonrası filmlerine baktığımda midnight in paris ile en iyi filmi diyebilirim. bu arada başrolümüz olan mort'un paris aşığı olması çok güzel bir olay oldu benim için.

Filmin ele aldığı mevzular

açılış jeneriğindeki caz şarkısı, yahûdi mizahı, new york güzellemesi, yozlaşma, modernizm eleştirisi, modern insanın sorunları, hayatın anlamsızlığı, din ve cinsellik göndermeleri, kadın erkek ilişkileri, orta üst sınıfa mensup entelektüel karakterler ve entelektüel iki yüzlülüğü gibi detaylarıyla allen sinemasına âşinâ olanlar için şaşırtmayan bir film olmasının yanı sıra filmdeki rüya sekanslarının avrupa sinemasının klâsik başyapıtlarına yaptığı göndermelerle sadece allen severlerin değil sinefillerin de hoşuna gidebilecek bir film olduğunu söylemek mümkün. üstelik allen sadece sinemaya değil; joyce, shakespeare ve dostoyevski üzerinden gerçek edebiyata değinmeyi de ihmâl etmemiş. ana karakter mort rifkin'in woody allen'la olan benzer yönleri ve hatta allen'ın yarattığı karakter üzerinden kendine yaptığı eleştiriler de gözden kaçmıyor.

woody allen'ın tarzını, karakterlerini, hayata ve insan ilişkilerine olan gerçekçi yaklaşımını seven biri olarak benim beğendiğim ve izlemekten pek keyif aldığım bir film oldu. bergman sinemasına bayılan biri olarak özellikle bergman göndermeleriyle bayağı hoşuma gittiğini söyleyebilirim.

Bildiğimiz Allen karakterleri

woody allen filmlerinde en çok hoşuma giden şeylerden biri, toplumdan entelektüel yönüyle ayrışan ve bu yüzden belli problemleri dert edinen tiplerin toplum/çevre tarafından dışlanmasının (ki genelde woody allen filmlerinde tüm ana karakterler aynı kadere mahkumdur, bu yüzden de kendisinden büyük bir parça vardır hep bana göre) keyifli bir hicivle anlatılması. olayı "siz ne anlarsınız :s" modundan çok, karşılıklı bakış açılarına göre vermesi hoşuma gidiyor.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.

bu filmde de aynı şeyi görüyoruz, ana karakterimiz mort rifkin, entelektüel birikimiyle para kazanan, sinema tarihi dersleri veren, kendi romanını yazmaya çalışan bir karakter. bu yönüyle de başta karısı olmak üzere hemen herkes tarafından bir küçümsenme hali var. çünkü "çok biliyor" ve hemen her konuşmada bilmeyenlerin asla anlayamadığı türden "referans verme kaygısı" olması hoş karşılanmıyor vesaire.

bu yüzden filmde en çok patladığım nokta azrail'in mort'la satranç oynadığı sahne ve mort'un varoluşsal sancılarını anlattığı kısım oldu. azrail dinlerken o kadar cringe oldu ki, giderken aman kolonoskopini ihmal etme, sebze-meyve ye, yağlı tüketme, kendine lütfen iyi bak filan diyor dkjfkdjf. kendisiyle dalga geçebilen insanları seviyorum.