Yaptığı Bilimsel Çalışmaların Üstüne 700 Sene Çıkılamayan Ömer Hayyam'ın Hayatı

Ömer Hayyam'ın hayatı, rubailerinin aslında çok keskin siyasi eleştiriler olduğu, yapmış olduğu bilim çalışmalarının üzerine 700 sene boyunca çıkılamaması ve üstün entelektüel kişiliği öğrenilmeye değer.
Yaptığı Bilimsel Çalışmaların Üstüne 700 Sene Çıkılamayan Ömer Hayyam'ın Hayatı

hayyam ilk defa merv'e davet edildiği zaman, davetiyenin sahibi dönemin selçuklu hükümdarı sencer idi. meteliğe kurşun attığı dönemde davet edilmesi hayyam'ı sevindirmişti. 1048 yılında doğan hayyam'a karşı orta asya'da uygulamalı bilim, gökbilimleri ve matematik adına kendisiyle aşık atabilecek rakibi yoktu.

nişabur'da bir çadırcının oğluydu, zaten hayyam demek de irani dillerde çadırcı demektir. hayyam mekanikçi, matematikçi, gökbilimci, şair, felsefeci, müzik üstadı ve coğrafyacıydı. günümüzde tek başına bir çocuğa okuma yazma öğretip üniversiteden mezun edebilecek bir bilgi birikimine sahipti. hem doğduğu hem de eğitim gördüğü yer nişabur idi; yani dönemi itibariyle islam dünyasının görmüş olduğu en önemli entelijansiya grubunun birleştiği bir şehir olan nişabur...

belh'in ünlü alimlerinden ders alan ömer hayyam, ebu tahir isimli zengin bir kadının himayesine girdiğinde yaşı henüz 24 idi. semerkant'ta öğrenimine devam etti ve semerkant'ın ileri gelenlerinin bilgi birikimini kısa sürede ikiye katladı. kendi zamanının en önemli modern şaheseri olan "cebir problemlerinin ve karşılığının delilleri" ve "cebir risale"lerini burada yazacak, ilim dünyasına damgasını vuracaktı.

semerkant'tan buhara'ya geçen hayyam yeniden nişabur'a döndü. dönemin ünlü veziri nizamülmülk'ün dikkatini çekti ve himayesi altına girdi. 18 sene selçuklular'ın başkentinde ikamet etti.

sultan 1. melikşah 1092 yılında ölünce, sencer'in davetiyesi eline ulaştı ve melikşah'ın bir mirası olan hayyam'a sencer sahip çıktı. anck sencer ile arası bozuldu. hayyam, başkenti merv'e taşınan selçuklu sultanı sencer'in davetiyesini eline aldığında 45 yaşında, şehri terkettiğindeyse 48 yaşındaydı.

merv'den, isfahan'a geçtiğinde bir yıldız haritası çıkarttı ve bu haritaya göre dünya'nın kendi ekseni etrafında döndüğünü gösteren bir model inşa etti. o zamanlar için çok cesur olan bu hakikatle de yetinmedi ve yeni bir güneş takvimi oluşturdu. bu takvim 1925 yılına kadar iran'da kullanıldı. güneş yılı hesabını 365.24219858156 gün olarak tespit etti. dünya için yapmış olduğu 1 yıl tanımı doğruydu; modern zamanlarda olduğu gibi 365.242199 gün olmamasının sebebi hayyam'ın hata yapması değil, güneş yılı'nın 1000 yıl içinde kısalmasıdır. 

geometride de henüz genç yaştayken ustalaşan hayyam, bir dairenin çeyreğinde yarıçaplarını dik indirdği bir nokta buldu ve bu dikin, yarıçaplara olan bölümlerine eşit oranda olduğunu gördü. ardından hipotenüs üzerindeki kenardan yola çıkarak bir problem daha buldu ve çözüm olarak bu metoda gitti:


hayyam, 3. dereceden denklemi bulduğunda ilk defa harf ve işaretleri bu denli net ve zarif bir biçimde geometriden çıkartıp, cebir denklemlerine uyguluyor; ardından da oluşturduğu trigonometrik tablolarda bu sorunlara nümerik çözümler getiriyordu. hayyam'dan 750 sene sonrasına kadar bunu başarabilecek bir matematikçi insanlık tarihinde bir daha ortaya çıkmayacaktı.

yazmış olduğu cebir risalesi'nde bu çözümleri bulmakla yetinmemiş ve devamını getirmişti. bir daireyle kesişen bir hiperbolü keşfetmiş ve bunu bulan ilk matematikçi olmuştu. günümüze ulaşmadığı düşünülen bazı eserlerindeyse hayyam'ın bu kesinlikteki çözümlerinin sonucunda binom açılımını bulmuş olabileceği yüksek ihtimal dahilindedir. hayyam'dan sonra üçüncü derece denklemler üzerinde çalışan 16. , 17. ve 18. yy matematikçileri, hayyam'ı baz alarak yeni çözümler getirecekti.

hayyam'a kadar kendisinden 1400 yıl önce yaşamış olan öklid'i bu denli idrak edebilen, anlayabilen ve özümseyebilen bir adam insanlık tarihinde çıkmadı. buna antik roma ve antik yunan dahildir. buna rağmen öklid'in "iki paralel sonsuzda kesişir" önerisinin kanıtlarına inanmamış ve yeni bir geometri keşfetmeye çalışmıştı fakat bilindiği kadarıyla başarılı olamadı. kendisinden yaklaşık 850 yıl sonra bolyai ve lobachevsky adındaki rus matematikçiler de bu tabuya inanmayacak, yeni bir geometri keşfedecekler ve bu geometri einstein'ın uzay-zaman düzlemini oluşturacak ve belki de evren'in şeklini bize tanımlayacaktı. 1820'lerde dahi rusların örnek aldığı ve hayyam'ın açtığı bu kuşkucu yoldan ilerlemeleri dudak uçuklatan bir dehanın göstergesidir.

hayyam'a matematik ve geometride bu denli yaklaşan kişi 9. yy'da yaşamış olan harezmi idi ancak hayyam, harezmi ve öklid'i aşarak birinci, ikinci ve üçüncü dereceden denkleri ayırmış, sınıflandırmış ve çözüm önerileri sunmuştur.

hayyam sadece matematik, geometri ve gökbilimleriyle yetinmedi. bir madeni paranın içindeki altın ve gümüş'ün yüzde kaç oranda karıştığını da belirleyen bir yöntem keşfetti, mineroloji ve jeoloji üzerine de risaleler yazdı. arşimed'in kurallarını başarılı bir şekilde uyguladı ve su terazisiyle beraber zamanının inşaat teknolojileri adına müthiş bir icat yapmış oldu.

hayyam'ın en ünlü öğrencisi aslen bizanslı bir rum olan ve selçuklular'a esir düşen abdurrahman el-hazini, hayyam'dan aldığı dersler sonucunda maddelerin ağırlığını ölçme konusunda ustalaştı. yapmış olduğu hikmet terazisi 1:60,000 oranında doğru ağırlık ölçümü veriyordu. orta çağ'daki en kapsamlı ağırlık ölçüm eserini ortaya koymuştu. hayyam, hazini ile birlikte yunanlıların güç, kuvvet ve ağırlık ayrımları yapmadıklarını eleştirmiş ve havanın da bir ağırlığı olabileceğini öne sürmüştü.

yine hayyam ile hazini birlikte metalürji alanında da baş başa vermişler ve "eş zamanlı kaynaşma tekniği" ile potalarda metalleri eritip, alaşım haline getirmiş ve dökme çelik teknolojisini orta asya'ya kazandırmışlardı. merv ve nişabur'da bulunan döküm potaları bunun kanıtıdır.

hayyam nasıl komple bir bilim adamıysa aynı zamanda dönemin siyasi erkine de aykırı bir filozoftu. hayyam'ın içindeki düşünceler sürekli tanrı'ya çıkıyordu. öklidçi bir geometriden ziyade, farklı bir geometri arayışı bunun en temel göstergesidir. nasıl ki doğanın bir kanunu varsa bu kanuna giden yolları da araştırmak insanoğlunun birincil göreviydi ve akla başvurulmalıydı. peki hayyam gibi bir adam kimi örnek alabilirdi? tabi ki ibn-i sina'yı örnek almıştı. ibn-i sina için ibadet bir ilham idi ancak bu söylem hayyam zamanında çok tehlikeli bir slogandı. kendisine kucak açan nizamülmülk, medreseler kurmuş ve sultan sencer'i de perde arkasından yöneterek sunni egemenliğine karşı gelen şia, ismailiye ve mutezile'ye düşünce savaşı açmıştı. bu düşünce savaşının tetikçisini de gazali olarak belirlemişti. nizamülmülk, siyasetnamesi'ni yazarken gözlerine uyku girmiyor, sunniliğe karşı gelenlerin düşünce savaşını kazandıkları konusunda kaygılanıyor ve belki de sunni medeniyetin sonunun geldiğine inanıyordu. savaştığı kesim islam'ın bir koluydu ve onlar felsefi alanda güçlü fikirleriyle taarruz ediyorlardı. nizamülmülk kan dökemezdi. peki ne yapmalıydı? orta asya'da daha sonra adına nizamiye medreseleri denilen eğitim merkezlerini kurdu ve gazali'nin söylemlerini birer mermi gibi şüpheci ve akılcı alimlerin üzerine sıktı. akıl ve bilim yolu haramdı, tanrı'nın bu dünyadaki izleri sorgulanmamalıydı, sebep-sonuç ilişkisi yoktu; sonuç gerekirse mucizelerle sebep olabilirdi, tek gerçek hadisler ve peygamber buyruklarıydı... bu karanlık ve tehlikeli düşünceler 1065 yılında kurulan bu medreselerde büyük bir eğitim sisteminin beyin yıkama deterjanı olarak kullanılacak ve orta asya'ya, anadolu'ya, orta doğu'ya kök salacaktı. akıl ve bilim düşmanlarını yetiştiren bu medreseler tüm aykırı fikirleri bastıracak militanlar yetiştirmekle de kalmayacak bir daha orta asya'da bir entelijansiya oluşmasına izin vermeyecekti. bu devlet politikasını bizzat selçuklular fonlayacaktı. 

işte hayyam tüm bunları görürken filozof olması, medreselere adım atması bizzat kendisine kucak açan devlet tarafından yasaklanmıştı ancak hayyam uslu durmuyor bu konulara kafa patlatmaya devam ediyordu. tam bu noktada zındık ve yaşasa katli vacip ilan edilen ibn-i sina'ya sahip çıkıyor ve o'na ait olan bir eseri çevirirken usulca "akılcılara söyleyin; tanrı'nın aşıkları için ilham bir hezeyan değil bir rehberdir." diyerek not düşüyor; gazali ve akıl düşmanı dönem siyasetine karşı kılıcını kınından çıkartmaktan korkmuyordu. gazali'nin sürekli yaylım ateşine tutulan hayyam'ın da dini görüşleri yıllar içinde değişiyor ve bu durum rubailer'inden görülebiliyordu.

frederick starr'ın kayıp aydınlanma kitabında da tanımladığı gibi ömer hayyam matematikçi-gökbilimci- geometrici, kuşkucu-hazcı ve filozof-ilahiyatçıydı.

yıllar içinde hayyam'a yapılan yaylım ateşi artık canına tak etmişti:

ben hangi şarapla sarhoş olursam olurum
ateşe, puta, neye taparsam taparım
herkes bir türlü görmek istiyor beni
ben kendimi ne türlü yaparsam yaparım.

ömer hayyam, akılcı ibn-i sina'yı savunurken aklın da yolundan sapmıyor ve gazali'ye savaşını açıkça ilan ediyordu:

yaşamanın sırlarını bileydin
ölümün sırlarını da çözerdin;
bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
yarın, akılsız, neyi bileceksin?

yine gazali'yi arkasına alan dönem şarlatanlarına şu rubaiyi yazmaktan çekinmiyordu:

için temiz olmadıktan sonra
hacı hoca olmuşsun, kaç para
hırka, tespih, post, seccade güzel
ama tanrı kanar mı bunlara?

akla düşmanı olanların artması ve aklın gözden düşmesinin üzerine yaşlılık zamanlarında şu dörtlüğü yazıyordu:

dünyada akla değer veren yok madem
aklı az olanın parası çok madem
getir şu şarabı, alsın aklımızı
belki böyle beğenir bizi el alem!

hayatının son demlerini öfkeyle karışık bir şekilde geçirmiş, damağını şaraba vurmuş ve bilimi bırakmıştı. kendisini hedef alan imamlardan ve şehir ahalisinden nefret eder hale gelmişti.

peki hayyam gibi bir inci neden kenara itildi de; gazali gibi bir zincir tercih edildi? bunun sebebi kendisini dönemin düşünce kahramanı ilan eden nizamülmülk olduğu aşikardır. fakat hayyam'ın önemi kendisinin belki de islam coğrafyasının son çok yönlü evrensel insanı olmasıydı. hayyam 83 sene yaşadı; dönemin sultanının ve kudretli vezirinin suikast sonucu öldürüldüğünü gördü. kendisine sahip çıkan siyasi erk düşünce zenginliğini ve tüm gücünü bırakmak zorunda kalan savaştığı gazali'nin dilenci kılığında kaçtığını ve kimsenin ona kucak açmadığını gördü. tüm bunları görmeden önceyse gazali'nin düşünce önderliğini yaptığı bu medreselerin orta asya ve islam medeniyeti için tamiri mümkün olmayacak bir tahribata sebebiyet verdiğini de gördüğünü tahmin etmek işten bile değildir. hayyam'ın gibi bir dehanın kırgınlığı ve küskünlüğü modern zamanların cehalete ve yozlaşmaya karşı verdiği küskünlükle eşdeğerdir.bugün hayyam'ı sunni islam medeniyetine mal etmekse iki yüzlülükten başka bir şey değildir. ömer hayyam bir orta asya çocuğuydu ve doğma büyüme nişabur'lu idi. bilimde ilerlediği patikada aklın yolunu seçerken göstermiş olduğu dirayet, katı sunni islam'a karşı açtığı düşünce savaşı kadar gerçektir. gençliğinde kendisini bilime adamış olan hayyam, olgunluğunda kuşkucu ve hazcı olarak hayata gözlerini yummuştu. gerçek islam bu değil'dirin ötesine geçip muktedirin fikirlerine riayet etmemiş ve kılıcını kınından çıkartmakta tereddüt etmemişti. 1000 sene sonra bugün, biz hayyam'ın bilimini hatırlarken ve denklemlerinin çözümlerini liselerde öğrenirken ne sencer'i ne de sunni kahraman nizamülmülk'ü biliriz. gazali'nin bu topraklardan belki 500 sene daha çıkmayacak bir tahribat yarattığını üzüntüyle ve kimi zaman nefretle okuruz.

son olarak saray şarlatanlarına güzel bir öğüt veren ve vicdani olarak rahat öleceğini söyleyen şu rubaisi sanırım tüm hayatının özeti niteliğindedir:

yarım somunun var mı? bir de ufak evin?
kimselerin kulu kölesi değil misin?
kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya?
keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin!