Yıllar Geçse de Unutulmayan Bir Film Sahnesi: American Beauty'deki Uçuşan Torba

Modern bir klasik addedilen American Beauty (Amerikan Güzeli) filmindeki uçuşan torbaya dair isabetli yorumları derledik.

Hemen hatırlayalım sahneyi

Sahnedeki repliğin tamamı

"çektiğim en güzel şeyi görmek ister misin? kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun. ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu; oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. 15 dakika için. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı. ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiçbir neden olmadığına inanmamı istiyordu. hem de hiç. video, zavallı bir bahane, biliyorum. ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada.
dayanamayacağımı hissediyorum. ve kalbimin içine kapanacağını..."

Yorumlar da şöyle

izlerken derin duygulara gark olduğum, adeta hipnoz olup bütünleştiğim torbadır bu.

yalnızlığın hüzünlü türküsüyle dans ederken o ve amaçsızca ve çaresizce savrulup giderken; hayatımın, kabullenişlerimin, ne kadar iradeliyim desem de çoğu zaman teslim oluşlarımın timsali oluveriyor...

hepimiz doğaya ve zamana karşı koyamayıp savrulan bu poşet gibiyiz işin özünde...

bu sahne evden çıkıp işe gelene kadarki olan bitenden hikaye çıkarabilecek insanlar için çok anlamlıdır, zira hayatta bazı küçücük ayrıntılar sanıldığı kadar önemsiz değildir. neticede hayat bir bütündür ve bazen insan o torba gibi konmaya çabalarken uçar gider ve kondukça rahat batar tekrar uçar-hayata bir bakış açısıdır: aynı suda iki kere yıkanamazsınız...

sabahın köründe uyandım aniden. içimde tuhaf bir his. hava o kadar karanlık ve rüzgarlı ki saatimden şüphe ettim. kalktım dışarıya baktım, cadde bomboş. karşı durakta bekleyen 4 kişinin üzerinde siyah, 3 kişinin beyaz kıyafetler. başka da kimse yok. belli, renksiz bir gün olacak.

o kadar karanlık ki marketlerin ışıkları açık. rüzgardan uçuşan anlamsız nesneler var. aklıma, american beauty’deki uçuşan poşet sahnesi geliyor.

bu kez şimşek bile yok. nereden eseceğini kestiremeyeceğin hırçın bir rüzgar. camlar kapılar çarpıyor evde. sanki yolunu kaybetmiş gibi rüzgar, şehre ait değilmiş gibi. sonra aniden düşmeye başlıyor iri iri damlalar ve birden boşanıyor yağmur. fırtına, usul usul geldi.

tam da karanlık bir pazar sabahına ait bir şey değil mi bu sahnedeki müzik?

izledikten sonra, etrafında gördüğü her şeye bir başka bakmaya başlar insan. ve hatırlamaya olan gereksinimini farkeder. ne de olsa herkesin bir kamerası yok elinde, gözünü objektif, hafızasını memory card yerine koyar, öyle devam eder yaşamaya. evet, katlanılamayacak kadar güzellik vardı dünyada, ama onlara geri dönüp tekrar tekrar bakamamak daha zor olmalı.

videocu wes bently tam bir çılgındı. en çok ölümü kaydetmeyi seven, ama yaşamayı göze alan bir çılgın. filmin yaptığı eleştirilerden bahsetmeye gerek yok artık. sadece gözümüze soktuğu bir başka nokta daha var bahsetmek istediğim: göze almak.

ricky bir sene önce de kaçabilirdi evden. imkanlarında bir değişiklik olmadı, ama göze alamadı. onun homofobik babası kendine gay bir sevgili bulabilirdi 1 sene önce, ama dayanamadı. lester işten ayrılmayı, carolyn kocasını aldatmayı çok uzun bir süre göze alamadı.

meydan okumak. aileye, eşe, patrona, hayata, onunla savaşa girerek meydan okumak. kaybedilebilecekleri değil, sadece kendini düşünerek yapmak bunu hemde. fakat hep beraber gördük ki, keyifliydi.

rüzgarda oradan oraya sürüklenen naylon poşetin yerine koydum kendimi izlerken. herhalde bu filmde kendimi yerine koyabileceğim bir tek o vardı. kendi halinde, bilinçsiz, dinamik... rüzgarda sürüklenen... ama güzel. güzeldi işte.

Contact Filmindeki Akıllara Durgunluk Veren Ayna Sahnesi