Beğenen Kadar Beğenmeyeni de Olan Yeni Freud Dizisinin İncelemesi

Netflix'in yeni dizilerinden Freud, geçtiğimiz günlerde yayına girdi ve izleyici kitlesi nezdinde beğenenler kadar beğenmeyenler de oldu. Sözlük yazarı "windweaver" güzel bir şekilde incelemiş diziyi.
Beğenen Kadar Beğenmeyeni de Olan Yeni Freud Dizisinin İncelemesi


tarihi kişileri anlatan diziler her zaman ilgimi çeker

bunun ilk nedeni bu tip yapımlar ne olursa olsun günlük yaşamdan farklıdır. bu da hem sanat yönetimi açısından hem de anlatılan olayların dinamiği olarak farklı bir şeyler izleyeceğimizin garantisidir. diğer neden de dizinin merkezindeki tarihi kişiliğe farklı bir açıdan bakma şansımızın olmasıdır. çünkü bu tür yapımlar biyografilerini okuduğumuz, ürettiği fikirleri incelediğimiz insanları bir başkasının gözünden görme fırsatıdır ve diziyi ya da filmi yapanlar uzun bir hazırlık döneminden geçtiği için anlatılan kişiyle ilgili diğer insanların göremediği detayları bulup izleyiciye aktarabilirler. örneğin the crown'un ilk iki sezonu çok başarılıydı. çünkü dizi, kraliçe elizabeth'in hiç bilmediğimiz yönlerini izletiyordu bize.

bu tür diziler yaparken yüzde yüz gerçekçi olunması da gerekmez. anlatılan kişiyle ilgili genel fikirler alınıp farklı bir bakış açısı yakalamak adına özgür bir şekilde yorumlanabilir. ana fikir bozulmadığı sürece bu kabul edilebilir bir durumdur. burada asıl istenmeyen şey ise yazılan hikayenin gerçek tarihi şahsiyetin önüne geçmesidir. burada da tarihi şahsiyete ait bir takım fikirler vardır ancak hikayenin sıkıştığı yerde gerçekte çok önemli olmayan şeyler ön plana çıkarılarak ya da daha kötüsü gerçek fikirler olmadıkları yerlere çekilerek eldeki hikaye ilerletilmeye çalışılır. ki bu tür yapımlar felaketle sonuçlanır genelde.

freud da fragmanını gördüğümden beri izlemek istediğim bir diziydi. çünkü dizi bilinçaltında saklanan şiddet, bozulma ve karanlığı sert bir şekilde işleyeceğini vaat ediyordu. şimdi dizi, freud'un hayatına farklı bir bakış açısı mı getirmiş yoksa kendi hikayesini anlatmak için eldeki fikirleri mi bozmuş bir bakalım.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.


bu tür bir dizi yaparken ilk yapmanız gereken şey bir atmosfer kurmaktır

eğer dizi bir sarayda geçiyorsa olayları başlatmadan önce sarayda kim hangi görevi yapar, insanlar sarayda nasıl vakit geçirir, sarayda nasıl eşyalar, çay takımları kullanılır, nasıl kıyafetler giyilir önce bir gösterirsiniz. daha sonra gerilimin ve çatışmanın olmadığı diyaloglar ile o dönemin gündeminde hangi konular var biraz anlatırsınız ki dönemi araştırmamış seyirci de dizinin dünyasına dahil olabilsin. yazıldığı dönem için tarihi bir roman değildi ancak goriot baba'nın başındaki betimleme buna çok güzel bir örnektir mesela. burada balzac şöminenin üzerinde duran vazolara kadar her şeyi anlatır. çünkü okuyucunun da o handa kalan insanlardan biri olmasını ister. kimi okuyucular bu uzun betimleme kısmını sıkıcı bulsa da bu tarihin en iyi atmosfer kurma çalışmalarından biridir.

bu dizi için de tabi ki bir balzac kadar olmasa da atmosfer kurmak konusunda başarılı diyebiliriz. öncelikle kostümler ve mekanlar çok güzel görünüyor. dizinin tekinsiz bir havası var ve bunu karanlık, dağınık ve soğuk mekanlar kullanarak gayet güzel görselleştirmişler. kostümlerin yapımında da gösterişli ancak ağır ve boğucu kumaşlar tercih edilmiş.

atmosfer tabii ki sadece görseller ile kurulmuyor. aynı zamanda önce bir gizem de yaratmanız lazım. dizi bu kısımda da başarılı. georg karakterinin birlikte olduğu kızı cinsel organından bıçaklayarak öldürmesi ve ne yaptığını hatırlamaması, leopold von schönfeld'in kendi kız kardeşini kaçırarak ayak parmağını kesmesi ve şehrin en ünlü solistinin anne ve babasını ısırarak öldürmesi gibi psikolojik olarak incelemeye müsait cinayetler ile açılıyor dizi.

bu tür konulardan bahsettiği için dizinin ilerleyen kısımlarda bu cinayetleri çözmesi gerekiyor. ayrıca arka planda bu cinayetleri birbirine bağlayacak daha büyük bir olaya da ihtiyaç var. dizinin bu konuda da eksiği yok. çünkü bu cinayetlerin çıkış noktasında avusturya'dan intikam almak isteyen macar soyluları var. konsepte uygun şekilde de hipnoz yöntemini kullanıyorlar. buraya kadar her şey olması gerektiği gibi. eldeki malzemeler biraz dağınık görünse de sonuçta ortaya iyi bir şeyler çıkacak gibi duruyor. bundan sonra iş uygulamaya kalıyor ancak dizi etken konuları seçerken gösterdiği başarıyı uygulama konusunda gösteremiyor.

bunun pek çok nedeni var

birincisi dizideki olayların çıkış noktası avusturya ve macaristan arasında yaşanan bir savaş. ancak detaylar hayli belirsiz. her tarihi olayda detay anlatmanız gerekmez tabi. ancak bahsettiğiniz tarihi konu popüler kültüre ne kadar dahil onu da göz önünde bulundurmanız lazım. mesela şimdi ikinci dünya savaşı hakkında bir film yapsanız hitler'den, mussolini'den, churchill'den blitzkrieg'den, normandiya çıkarmasından, pearl harbor'dan, atom bombasından tek tek bahsetmeniz gerekmez çünkü bunlar o kadar çok filme, diziye ve kitaba konu oldu ki izleyiciler yüzeysel de olsa biliyor artık bu konuları.

ancak bu dizideki olayları başlatan çatışma hakkında pek bir şey bilmiyor insanlar. amaç ona ulaşmak olmasına rağmen olayların zirvesinde yer alan kaiser'i bile uzun bir süre ortalarda göremiyoruz. belki kötü karakterlerin motivasyonunu gizlemek için bu ertelenmiş olabilir ancak dizide kiss gibi bir yan karakter var. travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bu çok yönlü karakter üzerinden geçmişte ne olduğu anlatılabilir daha sonra kiss'in anlattıkları ile dizinin kötülerinin amacı bir araya getirilebilirdi. ancak diziyi yazarken bu zahmete katlanmadıkları için olayların alt yapısı hayli boş kalmış.

bu konu belki dizi gizem üzerine kurulu diyerek geçiştirilebilir. ben geçiştirmeleri sevmem normalde ama teknik olarak idare edebilirdi yine. ancak dizinin kullandığı bir mekanik var ki hata olarak bulunduğu her sahnede patlıyor. o da hipnozu kullanış şekli.


normalde bir karaktere böyle bir güç verecekseniz bunu dengeleyecek negatif bir durumun da olması gerekir. mesela insanların banka soygunu filmlerini nefeslerini tutarak izlemesinin sebebi temelde budur. senarist önce ortamı hareket sensörlü odalar, lazerler, kameralar, silahlı güvenlik görevlileri ile doldurur. daha sonra hırsızlara en akla gelmeyecek işleri yaptırarak bankayı soydurtur. bu kendi kilitlediğiniz zinciri çözdüğünüz bir sihirbazlık numarası gibidir. izleyici de bilir anahtarı bir yere sakladığınızı ancak sizi kat kat zincirin altında görünce yaşadığınız zorluğa inanır. burada önemli olan şey zorluğun mantık çerçevesi içinde olabildiğince çok olmasıdır. çünkü integral sorusunu kafadan çözen bir kişi ile bölme işlemini yavaş yavaş yapan bir insan arasında etkileyicilik olarak muazzam fark vardır.

bu dizideki hipnoz mantığı da böyle. normalde hipnoz telkinlerle yapılan ve uzun zaman alan bir yöntem. hakkında yapılan tartışmalar da devam ediyor hala. bu dizide ise tek bir dokunuş ile insanları hipnoz edebilen bir karakter var. burada mesele hipnozu kullanmaları değil. bu tekniği kullanış tarzları. çünkü yaptıkları şey bariz kolaya kaçmak. burada sophia karakteri için birkaç zorluk yazabilirlermiş. mesela death note'ta ismi yazılan herkesi öldüren bir defter var. düşününce muazzam bir güç bu. ama defter için o kadar çok kural koymuşlar ki eldeki bu güç çileye dönüyor bir zaman sonra. burada da mesela hipnotize edebilmek için çocukluğun geçtiği yer, ilk aşkın adı, fobiler gibi bilinmesi gereken şeyler olsa ve sophia karakteri diyaloglar ile bu bilgileri elde etmeye çalışsa çok daha kaliteli bir mekanik oluşurmuş.

burada mistik bir hava yaratılmaya çalışıldığı için hipnoz gibi bir yöntem kullanılmış. ancak benim beklentim bunun ötesinde diğerlerini maniple edecek karakterin bunu sadece diyaloglar ile yapmasıydı. çünkü freud psikanalizin kurucusu olarak ünlenmiş biri. dizideki kötü karakterler de diyaloglar ile karşısındaki insana fark ettirmeden onların bilinçaltındaki dürtüleri öğrenebilir, daha sonra bu bastırılmış güdüleri harekete geçirerek karşısındaki insanı etkisi altına alabilir ve sonunda karşısındaki karakterin kontrolünü tamamen ele geçirebilirdi. yine death note'tan örnek vereceğim. animeyi izlemeyenler için spoiler yapmayayım ama light ile naomi misora arasında geçen muazzam bir diyalog kısmı var. burada light'ın elinde kıvrak zekası ve diyalog becerisi hariç hiçbir şey yok. ancak o kadar sağlam bir diyalog inşa edilmiş ki buradaki karakterlerin hipnozla yaptığı şeylerin çok ötesinde şeyleri light sadece konuşarak ve en önemlisi izleyiciyi kendisine hayran bırakarak yapıyor. ancak bu çok fazla çaba gerektiriyor. yani bir diyalogu yazarak, sonra tekrar yazarak, sonra olmadı deyip defalarca daha yazarak ancak bu kadar rafine bir sonuca ulaşabilirsiniz. ki bu kadar çabaya rağmen sonuç istediğiniz gibi olacak diye bir garanti yok. ancak olmaya yaklaşsa bile ortaya muazzam bir iş çıkıyor. bu dizide ise omza dokunarak hipnoz etmek gibi kolay bir yöntem varken diyalog kurmakla uğraşmak istememişler sanırım.


dizinin bir de itiraz mekanizması çok zayıf

normalde hayatın rutininin dışına çıkılan her durumda en doğal insan tepkisi gördüğü şeyi reddetmektir. mesela bir yanardağ filmi olsun, burada dağ patladığında üzerilerine düşen kayalara bakıp "yok canım patlamamıştır." diyen bir karakter bulunur. ya da ana karakter kendilerine doğru gelen uzay gemisine bakıp "ben bunu durdururum." dediğinde, diğerlerine kaçmayı öneren bir karakter olur etrafta. bu karakter sırf gıcıklık olsun diye bulunmaz. o karakterin işlevi normal insanın vereceği tepkiyi gösterip hali hazırda gerçeküstü olan durumu izleyici için rasyonelize etmektir.

bu dizide de freud'un akıl hocası olan karaktere bu işlevi vermişler ancak asıl tepki vermesi gereken karakter freud burada. çünkü freud döneminde anlamlandırılamayan bilinçaltını açıklamayı başarmış bir bilim insanı. bu yüzden gördüğü şeylere çok daha şüpheci yaklaşmasını bekliyorsunuz. bu dizide ise freud daha çok "fleur çift kişilikliyse o zaman geleceği görmesinde de bir problem yok." diye geziyor. ki asıl çatışmanın çıkması gereken yer burası. fleur mistik güçleri olduğuna inanan psikolojisi bozuk bir insan olabilir. bunun üzerine insanların bilinçaltını görebilen aşırı yetenekli bir empat da olabilir. freud'un ise bu mistik kısma inanmayıp olan her şeyi kendi teorileri ile açıklaması gerekiyor normalde ki böylece iki karakter arasına gerçek bir çatışma ve bu çatışmadan da sophia ve viktor'un yaptığı planları açığa çıkaracak bir sentez oluşsun. ancak freud'u diziye eşantiyon olarak koydukları için böyle verimli bir ortaklık çıkmıyor ortaya.

Spoiler'ın sonu.


sonuç olarak

dizinin kağıt üzerinde çok büyük potansiyeli vardı. hatta proje kendi içinde bu potansiyeli ileriye taşıyacak güzel de bir komplo düzeni kurmuştu. ancak iş uygulamaya gelince yaptıkları özensiz çalışma ve teknik yetersizlikler nedeniyle sonunda atmosferi güzel ancak kafası karışık bir dizi çıkmış ortaya.

üzücü olan ise dizinin elinde psikanaliz gibi bir yöntemin olması. başka bir karakter olsa bilinçaltının derinliklerine inerek olayları anlamlandırması bize zorlama gelebilirdi. ancak işin bu kadar içinde olan birinin mesela georg karakteri hakkında düşündüklerini uzun bir monolog olarak dinleyebilirdik. ya da psikanaliz ile karşısındaki insanı çözen karakterlerin bir takım yalanlar ve manipülasyon teknikleri ile insanları nasıl etkilediğini muazzam diyaloglar eşliğinde izleyebilirdik. ancak bunun yerine nedense çok düşük net alan derinliği ve sallantılı kamerayla yakın portre çekimi yapmayı tercih etmişler. bu nedenle dizi tam potansiyeline ulaşamamış ve izlenebilir ancak çok da akılda kalıcı olmayan bir iş olmuş. şans işte. mick jagger'ın dediği gibi: you can't always get what you want...

Metaforlarla Dolu Etkileyici Netflix Filmi The Platform'un İncelemesi